Peygambere esir edinmesi yakışmaz Enfal 67

Savaş hukukundan bahsedilen bu âyetlerde, Rasûlullah ve Bedir’de savaşan arkadaşlarına da serzenişte bulunulmaktadır:

* Yeryüzünde ağır basmadıkça [dünyayı idare edebilir hâle gelmedikçe, tam hükümranlık kurmadıkça], hiçbir peygambere esirler edinmesi uygun değildir.

* Zayıf hâldeyken esir edinmek, dünya metaına kapılmaktır ki bundan sakınılmalıdır.

Serzenişin doğrudan Rasûlullah’a yapılması, onun, Müslümanların esir aldıklarını gördüğü hâlde onlara engel olmaması sebebiyledir.

Bedir’de alınan esirlerin öldürülmeleri, fidye karşılığında serbest bırakılmalarından daha uygun idi; zira o şartlarda, Mekkeli müşrikleri fidye karşılığında serbest bırakmak, geçici dünya malını istemekten başka bir şey değildi. Hâlbuki Müslümanların, kalıcı olan âhireti, dünya malına tercih etmeleri gerekirdi.

69. âyette ise, hatalı olmalarına rağmen, Allah’ın Müslümanları affettiği, esirlere karşılık aldıkları fidyelerden faydalanmalarının helâl kılındığı bildirilmiştir.

Bu âyetlerin sebeb-i nüzûlü hakkında nakledilenler şöyledir:

İbn Abbâs dedi ki: Alınan esirler hakkında Rasûlullah (s.a), Ebû Bekr ve Ömer’e sordu:

– Bu esirler hakkındaki görüşünüz nedir?

Hz. Ebû Bekr şöyle cevap verdi:

– Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar amca çocuklarımız, aşiretimizin çocuklarıdır. Onlardan fidye almanı uygun görüyorum. Bu bizim için kâfirlere karşı da bir güç sebebi olur. Umulur ki Allah onları İslâm’a hidâyet eder.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) Ömer’e sordu:

– Ey Hattâb’ın oğlu! Senin görüşün nedir?

Ben [Ömer b. el-Hattâb] dedim ki:

– Allah’a yemin ederim ki hayır, ben Ebû Bekr’in görüşünde değilim. Ben, bize boyunlarını vurma imkânını vermen görüşündeyim, Ali’ye emret Akil’in boynunu vursun. Bana da emret filanın –Ömer’in bir akrabasının adını vererek– boynunu vurayım. Şüphesiz bunlar kâfirlerin önderleri ve elebaşlarıdır.

Rasûlullah (s.a) Ebû Bekr’in dediğini beğendi, benim dediğimi uygun görmedi. Ertesi gün geldiğimde Rasûlullah (s.a) ile Ebû Bekr oturmuş ağlıyorlardı. Dedim ki:

– Ey Allah’ın Rasûlü! Bana bildir; sen ve arkadaşın ne diye ağlıyorsunuz? Eğer ağlaya bilirsem ben de ağlarım, ağlayamazsam ağlar gibi yaparım.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:

– Senin arkadaşların bana bunlardan fidye almayı teklif ettikleri için ağlıyorum. Bana bunların azapları şu ağaçtan daha yakın bir yerde gösterildi.

Hz. Peygamber bu sırada kendisine yakın bir ağacı kasdetmişti. Azîz ve celîl olan Allah da, Yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanıncaya kadar esirler alması hiç bir peygambere yaraşmaz buyruğundan itibaren, Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş yiyin buyruğuna kadar olan bölümleri indirdi ve böylelikle ganimetleri onlara helâl kıldı.[43]

Savaş esirleriyle ilgili ilâhî hüküm Muhammed sûresi’nde yer almaktadır:

4-6Artık Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/ savaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş …/ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir.

(Muhammed/4-6)

BEDİR ESİRLERİ

Rivâyet olunduğuna göre, Hz. Peygamber’in (s.a) yanına, içlerinde amcası Abbâs ile Âkil b. Ebî Tâlib’in bulunduğu 70 esir getirildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), bu esirler hakkında Hz. Ebû Bekr ile istişare edince o şöyle dedi:

– Bunlar senin kavmin ve akrabalarındır. Onları hayatta bırak. Belki Allah onlara tevbe nasîb eder. Onlardan, ashâbına güç ve kuvvet kazandıracak fidye al.

Hz. Ömer de bunun üzerine ayağa kalktı ve dedi ki:

– Onlar seni yalanladılar ve seni yurdundan çıkardılar. Binâenaleyh onları öne çıkar ve boyunlarını vur. Çünkü onlar küfrün ileri gelenleridir. Üstelik Allah seni fidye almaktan müstağni kılmıştır. Bundan dolayı Hz. Ali’ye Âkil’i, Hz. Hamza’ya Abbâs’ı, bana da akrabam olan falancayı öldürme müsaadesi ver de, onların boyunlarını vuralım.

Hz. Peygamber (s.a) de şöyle dedi:

– Allah birtakım insanların kalblerini yumuşatır ve onların kalbleri sütten daha yumuşak olur. Yine Allah birtakım kimselerin kalblerini sertleştirir ve onların kalbleri taştan daha sert olur. Ey Ebû Bekr! Sen tıpkı Hz. İbrâhîm gibisin. Çünkü o, Kim bana uyarsa işte o, bendendir. Kim de bana karşı gelirse, (ey Rabbim) Sen gafûr ve rahîmsin (İbrâhîm/36) demişti. Yine, “Sen tıpkı Hz. Îsâ gibisin. Zira o, Eğer kendilerine azab edersen şüphe yok ki onlar Senin kullarındır. Eğer onları yarlığarsan, mutlak gâlip ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da, hakikaten Sensin Sen (Mâide/118) demişti. Ey Ömer! Sen de tıpkı Hz. Nûh gibisin; zira o, şöyle demişti: Ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse bırakma (Nûh/26); Keza sen, Mûsâ gibisin, çünkü o, Sen onların mallarını yok et ey Rabbimiz, kalblerini şiddetli sık ki onlar o çetin azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyeceklerdir (Yûnus/88) demiştir.

Neticede, Allah’ın Rasûlü, Hz. Ebû Bekr’in görüşüne meyletti ve Hz. Ömer’e şöyle dedi:

– Ey Ebâ Hafs –bu ona künyesiyle ilk hitab edişi idi–; sen bana amcam, Abbâs’ı öldürtmemi mi teklif ediyorsun.

Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle demeye başladı:

– Vay Ömer’in hâline, anası onu kaybetsin.

Rivâyet olunduğuna göre Abdullah ibn Revaha da, o esirlerin, odunu bol bir ateş üzerinde yakılmalarını teklif etti de, bunun üzerine Abbâs ona şöyle dedi:

– Sen, sıla-i rahmi kestin.

Yine rivâyet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a), “onlardan fidye almadan veya boyunlarını vurmadan hiç birini bırakmayın!” dedi. İbn Mes‘ûd diyor ki: Ben, “Süheyl ibn Beydâ hariç. Zira ben onu, müslüman olduğunu söylerken duydum…” dedim. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü sustu, benim de korkum şiddetlendi. Sonra Allah’ın Rasûlü, “Süheyl ibn Beydâ hariç!” dedi.

Ubeyde es-Selmanî’den de, Allah’ın Rasûlü’nün, ashâbına şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “İsterseniz onları öldürün; isterseniz fidye alın, fakat (fidye alırsanız) sizden de onların sayısınca şehid düşer.” Ashâb, “Hayır, biz fidye alırız” dediler. (Böyle diyenler,) Uhud’da şehid oldular. Diğer esirlerin fidyesi 20, Abbâs’ın fidyesi ise 40 ukiyye idi. Muhammed ibn Sîrîn’den, onların fidyelerinin 100 ukiyye olduğu rivâyet edilmiştir. 1 ukiyye, 40 dirhem (gümüş) veyahut da 6 dinar (altın)dır. Rivâyet olunduğuna göre ashâb fidyeyi alınca, işte bu âyet-i kerîme” nâzil oldu. Bunun üzerine Hz. Ömer, Allah’ın Rasûlü’nün yanına girdi; bir de ne görsün, Allah’ın Rasûlü ve Ebû Bekr ağlıyorlar!.. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:

– Yâ Rasûlallah! Neden ağladığınızı bana da söyleyin de ağlayabilirsem ağlayayım. Yok, ağlayamazsam, ağlamaya çalışayım.

Hz. Peygamber şöyle karşılık verdi:

– Ben, fidye almalarından dolayı ashâbıma ağlıyorum; –yakınındaki bir ağacı kasdederek– bana, onların azabı şu ağaçtan daha yakın olarak gösterildi. Şâyet bir azab inecek olsaydı, Ömer ve Sa‘d ibn Mu‘âz hariç, hiç kimse kurtulamazdı.

İşte, bu âyetin sebeb-i nüzûlü hakkındaki söz bundan ibarettir.[44]

Bu yazı Ayetler, Uncategorized, İslamda Savaş ve ilgili Konular içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın